
Toplum, kendi kültürel yaşam biçimine uygun kısa sözler ve deyimleri oldukça fazlaca üretmiş. Herhangi bir konuda uzun uzun yorum yapıp konuşmak yerine bu tür deyimlerle kestirip atmış konuyu. Kimisi çok doğru, kimisi yaşam gerçeklerinden uzak, kimisi de güldürmek için üretilmiş. Sevip tekrar ettiğimiz ve benimsediğimiz birçok deyim, ata sözü günümüze kadar gelmiş ve dilimizde tekrarlanmaya devam etmiş.
“Bana Dokunmayan Yılan Bin yaşasın” bunlar arasında en sık kullandığımız deyimlerden birisidir.
Bireyselliği bencilliği ve tembelliği anlatır. Sözde risk almanın ne kadar pahalı bir iş olduğunu anlatmaya yönelik üretilmiş olsa da çoğunlukla da korkaklığı saklamak, kamufle etmek için kullanılır.
Dokunmadığın Yılanlar her gün sayısal olarak artıyor ve yaşam alanlarını genişletiyor, farklı cins ve renkler altında etrafını sarıyorsa ve bir gün evine doluşup canına kast edecek tehlike sınırına gelirse ne yapacaksın? Onları karşına alıp, bana dokunmazsan çok yaşarsın dediğinde seni anlayacaklar mı?
Lafa geldi mi dünyayı yönetmeye soyun. Yılanların istilasında evine koşacak, sana yardım edip, kurtaracak kişiyi bekle.
O yılanların aklına uyup Pelikanlar, Ebabiller gelsin diye Leylekleri kovdun. Oysa yılan ile beslenen tek kuş cinsiydi Leylekler. Doğa, dünyanın oluşumundan bu güne kendi içerisinde dengeye oturarak ayarlarını sağlamlaştırmıştı. Bu denge bozulduğu zaman yaşanan felaketleri hepimiz biliyoruz. Toplumlar da binlerce yıllık tarihleri ve yaşam biçimlerine uygun devletler kurarken kurucu ayarlarını geçmiş ile gelecek arasındaki dengelere göre gözetmiş ve kabul etmiştir. Aynı şekilde bu ayarların bozulması, dağıtılması dengelerin yok olmasına, iç çatışmalara ve yıkılışlara sebep olur. Doğanın yarattığı acılar insan eli ile insana karşı işlemeye başlar. Asla kazananı olmamıştır.
Yılanların saldırısı ile bu toplum, kendi şanlı tarihinin sayfalarına “geri dönülmez akşamın ufkundayım” şarkıları ile yeni bir sayfa açarak, gömülecek mi?
Yoksa, kazma kürek, sopa, tırpan ne varsa alıp eline, deliklerine kadar girip mücadele için ayağa kalkacak mıyız?
Ayağa kalkmanın öncelikli şartı, bireylerin aklı kullanarak cesur kararlar vermesinden geçer.
Sabrın suskunluk olmadığını, cesaretin laf söylemek olmadığını anlayarak, birlikte direnmeye karar vermek ve eyleme geçmek oldukça önemlidir.
UNUTMA; Eylem, her zaman kavga etmek değildir, eylemden kastım asla savaş değildir.
Kolektif hareketin içerisinde aynı amaçlar doğrultusunda yürüdüğünü yürekten söylemek, vaz geçmemek ve güce katkı vermek de bir eylemdir.
Size de dokundular, artık UYANIN
Maalesef opürtinis zihniyete bürünmüş rantçı bireyler yılan bir tarafına girene kadar değişmiyor. Hayatım boyunca nefret ettiğim modeller bu tür insanlardır ve tarih boyunca kişisel kazançları için hiç bir ahlâki değeri önemsemeyen ve evi yıkılsa bile bu saplantıdan uyanamayan ancak menfaatine dokunduğunda insanlığını hatırlayan, fakat! Insanca refleks vermeyen bir güruhtan bahsediyorsunuz. Ebabil gelse filler yerine bunları kırsa gene de bunların soyu bitmez!