
Galiba diyorum,birkaç dakikalık İNSAN olduğumuzu hissetmenin keyfini yaşayacak kadar kısaldı insanlığımız. Bu kadar uzun ömürlere gerçekten gerek var mı?
Güzel bir hikâye, boğazımıza düğüm atıp, gözyaşlarımızı akmadan çekiyorsa içine, yanaklarımıza çöken sıcaklığın ateşinde birkaç dakika kavruluyor isek birkaç dakikalıktır yaşadığımız insanlık.
En büyük adaletsizlik karşısında buz kesmiş vicdanlara isyan ederek, haykırarak, belki de elimizdeki bir şeyleri fırlatarak susuyor isek, birkaç dakikalık insanlığımız ses olup gök yüzüne karışıyorsa, hissettiğimiz insanlık yaşadığımız o an kadar kısadır.
Yoksulluk, açlık ve çaresizlik içerisinde kıvranan insanlarımızın askıda ki faturalarını öderken belki de birkaç dakikalığına askıdan indiriyoruz insanlığımızı.
Başımız önde yürüyoruz kalabalıkların içinde. Kimseyi görmeden, göz göze gelmeden koşar adım hallerimizle. Gecenin karanlığında ise, arkadan gelen seslere dönmüş kulaklarımızla kaçıyoruz herkesten, kaçınıyoruz birbirimizden. Bu durum yetmezmiş gibi ortalığa saldıkları virüsün etkisi ile çifte kavrulmuş yaşıyoruz hayatı. Uzaklaşıyoruz ve çok uzak kalıyoruz.
Başını okşadığımız, masumluğu ile sohbet ettiğimiz, hayranlık içerisinde seyrettiğimiz çocuklarımız da yok artık. Belki de insanlığımıza vurulan en büyük darbe bu.
İnsanı, insan olanı en iyi hisseden sokak canlılarımız çok saldırgan. Hiçbirimize insan diye bakmıyor artık. Henüz çözemedikleri birer canlı gibi geçip gidiyoruz yanlarından.
Biz ne ara yıktık, arkadaşlığı, dostu, sevgiyi, aşkı, güveni. Biz ne ara unuttuk dostça dokunmayı, hasretle kucaklaşmayı, el ele dolaşmayı.
Birkaç dakikalığına insan olmak için çabalıyor ve insan kalmak için direniyoruz . Bir kaç dakikalığına insan olduğumuz zamanları bekliyor gibiyiz.
Samimiyetsiz fotoğraflar, kötülüğü besleyen mesajlar yetmezmiş gibi fütursuzca tehditler ve yitip gitmiş bir sanat faaliyetleri sonucunda taşlaşmış heykellere mi döndük.
Şiir yazmak gelmiyor içimizden, bir tuvale uzanacak fırçayı elimiz tutamıyor. Kalmayan, yitip gitmiş tüm güzellikleri tarif edip senaryolara, sahnelere dökemiyoruz, şarkılarımız bile yavan .
Sistemin yıllardır bizleri yavaş yavaş döktüğü bir çukurdayız. Hep birlikte bu çukurdan çıkmak, saklanan insanlığımız ile içimizdeki Güneşi göstermek zorundayız. O karanlıktan çıkmayı başarırsak Güneş de bizi aydınlatacak.
Son bir kez birkaç dakikalığına insan olup, sürekli insanca yaşayabilmek için, birkaç dakikalığına oy kullanacağımız sandıklarda vicdanlarımızın sesini, bireysel menfaatlerimizden arındırarak mühürleri basacağız.
Yanlış kararlarımız ile kafeslerde, karanlık çukurlarda sonsuza dek yaşamak istemiyorsak, birkaç dakikalığına bakalım göz göze, kafalarımız kaldırıp, gülümseyerek dönelim geleceğe.
Hiçbir çocuğa karne hediyesi olarak ET verilmesin artık, bu bereketli topraklarda.
CESARETİMİZ, insanlığımız ve kardeşliğimiz tescil edilsin bir kez daha.
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana, bilmem ağlasam mı... demiş merhum Mahsuni. Aslında ne güzel özetlemiş. Yitip giden insanlığımıza ağlasak ne fayda...?