KIYAMET (Yazarlar: Chatgpt & Ercan Şimşek)
- ercansimsektr
- 22 Şub
- 9 dakikada okunur

BİRİNCİ KISIM: UÇURUMUN KENARINDA
Gök, gri bir perde gibi dünyayı örttüğünde, şehirdeki tüm insanlar neyin yanlış gittiğini, sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Güneşin ışığı solmuş, hava boğuk ve ağırdı. Sanki gezegen derin bir nefes alıp tutmuş da bırakmaya cesaret edemiyordu. Kendi nefesinde boğuluyormuşçasına çırpınıyordu.
Haber kanalları aralıksız aynı konuda canlı yayın yapıyordu: "Bilinmeyen bir atmosferik fenomen", "Manyetik alan dengesizliği", "Güneş'ten gelen olağanüstü radyasyon".
Ama kimse gerçek nedir bilmiyordu. Mikrofon uzattıkları bilim insanları da farklı tahminler ve açıklamalar ile kafaları karıştırdıklarının farkında değillerdi. Geçici bir durum olduğu, kalıcı risklere karşı da tedbir almakta fayda olduğu ve sabırlı olmamız gerektiği konularında ortak paydada birleşiyorlardı o kadar.
Gerçekten ne olduğunu bilenler ise susuyordu sanki. Ya da henüz kimse o gerçeğe ulaşamamıştı.
Zamanın kıyamete ne kadar yakın olduğunu gösterdiği söylenen o saat, Tokyo'daki cam kulelerin birinde sessizce 23:58'e sabitlenmişti. İki dakika. İki küçük dakika. Ama insanlığın hala anlayamadığı en önemli gerçek yeniden kendisini hatırlatıyordu.
Kıyametin bir an değil, bir süreç olduğunu.
Ali’nin, elinde buruşturduğu gazetenin Manşeti: "Küresel Anomali: Bilim İnsanları Yanıt Arıyor". Şeklindeydi ve tüm sayfayı doldurmuştu.
Yanıt verilmişti belki de. Ama insanlar görmek istemediğinde, beğenmediğinde, yeterli bulmadığında her şeyi spekülasyona dönüştürüyordu. Kaos çıkarmaktan hoşlanıyordu sanki.
Bu sessiz düşünsel yolculuğu Ali’nin telefonuna gelen bildirimin uyarı sesi bozdu. Gelen mesajı açtı. "Bitti."
Göğsüne bir taş oturdu.
Bitti mi? Neydi biten? Dünya mı? İnsanlık mı? Yoksa sadece bir devrin sonu mu? Ellerini titreyerek önündeki masaya koydu. Mesajı gönderen numarayı biliyordu, ama asla ekranında görmek istemediği bir isimdi;
Dr. Feride Şahin.
Ayağa kalktı. Kalabalığın içindeki herkesi izleyen korku dolu gözlerini kaçırarak, kıyameti önceden görmüş ama kimseye anlatamamış bir adamın tedirginliğiyle dolaştı bir müddet. İnsanlar hayatlarına devam ediyordu. Kimi aceleyle işe gidiyor, kimi kahvesini yudumluyor, kimi çocuklarına sarılıyordu. Sıradan bir gün gibi görünüyordu. Ama değildi.
Değişim, önce gölgelerde başlar ve insanlar bunu fark ettiğinizde artık çok geç olmuştur. Aynen bir insanın öldüğünü bilememesi gibi.
Hızlı adımlarla metroya yöneldi. Feride'yi bulması gerekiyordu. Çünkü, Feride, her zaman gerçeğe diğerlerinden önce ulaşan kişiydi. Bu konuların bilim insanıydı.
Ama bu kez gerçek, ulaşılmak için bir köşede kimseyi beklemiyordu. Gerçek, kapıları kırmak üzereydi. Yavaş yavaş harekete geçmişti.
Dünya, kıyametin ilk perdesini usulca açıyordu. Yok oluşun oyunu sahne alıyordu.
Varoluş gününden beri konuşulan, yaşanacağına herkesin inandığı, tüm din kitaplarında mutlaka yazılmış, farklı yorumları ile anlatılan KIYAMET.
Bilim adamlarının çok değişik teoriler yolu ile bu tükenişi tasvir ettiği kıyamet.
Ancak ne din kitaplarında ne de bilimsel çalışmalarda hiç bahsedilmemiş, ön görülmemiş, teorisinden dahi bahsedilmemiş bir gerçek yaşamın içerisine dalış yapmıştı.
İKİNCİ KISIM: YERİN ALTINDAKİ GERÇEK
Metro istasyonunun soğuk, taş duvarları arasından ilerlerken, Ali’nin zihni beyninde sessizce haykıran çığlık çığlığa sorularla doluydu. Adımlarını hızlandırdı.
Feride, her zaman bir adım önde olmuştu. Olan biteni herkesten önce görebilen tek insandı. Bilim insanları hâlâ "bilinmeyen atmosferik fenomenlerden" bahsederken, o yıllardır aynı şeyi söylüyordu: "Son yaklaşıyor. Ama bildiğimiz gibi değil." Onu bulmalı ve bilmediğimizin ne olduğunu, kurtulma şansının olup olmadığını ona sormalıydı.
Feride'yi en son iki yıl önce görmüştü. O zamandan beri gören de olmamıştı. Çünkü Feride, kimseyle doğru düzgün iletişim kurmamış, adeta kendisini kapatmıştı. Hayata küsmüş, herkesten uzaklaşmıştı. Araştırmalarının fonları kesilmiş, akademi çevresinde bir deli olarak anılmaya başlanmıştı. Ama Ali, onun deli olmadığını çok iyi biliyordu.
İstasyona ulaştığında, turnikeleri geçip derin bir nefes aldı. "Bitti." Mesajını düşünerek cebinden telefonunu çıkardı. Yanıt yazmalı mıydı? Ya da sadece onu bulup yüz yüze konuşmalı mıydı?
Bir anda, anons sistemi cızırtılı bir sesle bölündü:
"Dikkat! Bilinmeyen bir teknik arıza nedeniyle metro seferleri durdurulmuştur. Lütfen en yakın çıkışı kullanınız."
İnsanlar şaşkınca birbirine baktı. Kalabalık arasında bir uğultu yayıldı. Çıkış kapılarına doğru yönelen insanların arasında kaldı Ali. Yine bir telefon sesi ve hızla telefonuna gelen yeni mesajı açtı:
"Gelme. Çok geç."
Öfkeyle küfrederek mesajı sildi. Şimdi gitmeyecekse, ne zaman gidecekti?
Merdivenlerden aşağı inerken, istasyonun derinliklerinde bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti. İnsanların çoğu yukarı yönelmişti ama birkaç kişi, tıpkı onun gibi aşağı doğru ilerliyordu. İnenler siyah paltolu, yüzleri sert adamlardı. Ellerini ceketlerinin içinde gezdiriyorlardı—silah taşıdıkları çok belliydi.
Korkuyla vagonlardan birine girip kapının yanına sindi. İçerisi bomboştu. Sadece uzak köşede, dizlerini göğsüne çekmiş genç bir kız oturuyordu. Gözleri boşluğa takılıp kalmış gibiydi.
Ali, içini çektikten sonra sessizce karşısına geçti ve oturdu. Hareketsiz trenin yine de tavan ışıkları titreyerek yanıp sönüyordu. Bu kötü hava, ortalıkta dolaşan hayaletleri haber verir gibi ürkütücü ve sessizdi.
"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu karşısındaki kıza, sesi yankılanarak boş vagonda dağıldı.
Kız gözlerini ona çevirdi. O kadar boş, o kadar derindi ki Ali bir an içinde kaybolacağını sandı.
"Siz de duyuyor musunuz?" diye fısıldadı.
Ali kaşlarını çattı. "Neyi?"
Kız başını yana eğdi, sanki karanlığın içinden bir şey duyuyormuş gibi. Sonra dudakları aralandı ve kısık bir sesle söyledi:
"Dünya nefes almayı bıraktı."
Ali’nin ensesinden soğuk bir ter süzüldü. Gözlerini kıza dikip, bu kelimeleri neden bu kadar tanıdık bulduğunu düşünmeye başladı. Sonra hatırladı.
Feride'nin en son makalesinin başlığı:
"Dünya, Son Nefesini Vermeye Hazırlanıyor."
Bir şey oluyordu. Ama insanların düşündüğünden çok daha büyük bir şey.
ÜÇÜNCÜ KISIM: ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDE
Ali, kalp atışları hızlanırken, metro tünelinin derinliklerinde yankılanan bir titreşim hissetti. Hafif ama kesinlikle oradaydı. Tren raylarının altından bir şey geçiyormuş gibi, ya da dünya kendi içine doğru çöküyormuş gibi.
Kız hâlâ hareketsizdi, gözleri boşluğa bakmaya devam ediyordu. Ali, onun hâlâ burada olup olmadığını test etmek istercesine, yavaşça elini uzattı. Ama tam o anda tavan ışıkları tamamen söndü.
Sadece nefes alışlarını duyabiliyordu. Bir de derinlerden gelen o garip titremeyi.
O an telefonuna yeni bir mesaj düştü. Ekranın mavi ışığı avuç içini aydınlatırken, titreyen parmaklarıyla mesajı açtı.
"Dışarı çıkma. Beni bul." Feride.
Bir an tereddüt etti. Feride’nin bir şeyleri öngördüğünü biliyordu, ama bu ne anlama geliyordu? Gelme diye uyaran Feride neden tekrar beni bul, gel diye çağrı mesajı atıyordu? Gözleri karanlığa alışmaya başladığında, genç kızın hâlâ karşısında oturduğunu gördü. Ama gözleri artık boşluğa bakmıyordu.
"Ne görüyorsun?" diye sordu Ali, sesi hafif titreyerek.
Kız, başını hafifçe eğdi. "Geldi."
Ali kaşlarını çattı. "Kim geldi?"
Kız cevap vermedi. Ama o an bir şey oldu.
Havada bir basınç değişimi hissetti. Önce neredeyse fark edilemeyecek kadar hafifti, sonra kulaklarını patlatacak kadar yoğunlaştı. Bir tür dalga gibi, bir frekans gibi. Bir anda, içgüdüsel olarak yere çömeldi.
Ve tünelin içinden gelen devasa, kulakları sağır eden uğultuyla metro vagonu bile sarsıldı.
Dışarıda dünya yavaş yavaş çöküyordu.
Gökdelenlerin camları tek tek patlıyor, içlerinden fırtına gibi kağıtlar, mobilyalar, insanların çığlıkları dökülüyordu. Yer kabuğu, derinlerden gelen devasa bir uğultuyla sarsılıyordu.
Haber kanallarında önce yayınlar bozuldu. Sonra, ekranlar tamamen karardı.
Kıyamet, bir düğmeye basılmış gibi başlamış ve ilerliyordu.
Ali, raylara paralel olarak uzanan servis tüneline daldı. Metro istasyonu yukarıda çökmeye başlarken, Feride’nin ona gönderdiği koordinatları açtı.
Orası buraya çok yakın bir yerdeydi. Ama zaman kalmamış olabilirdi.
Nefes nefese karanlık tünelde ilerlerken, her adımında bir şeyin onu izlediğini hissediyordu.
Ve bu asla insana benzeyen bir şey değildi.
DÖRDÜNCÜ KISIM: KÜLLERİN ARDINDA
Servis tünelinin soğuk, nemli duvarlarına yaslanarak ilerlerken, arkada bıraktığı dünyaya bir an bile bakmadı. Bunu yaparsa, gerçeğin ağırlığı altında ezileceğini hissediyordu. Metro istasyonu üzerlerine çöküyor, yukarıda şehir bilinmeyen bir güç tarafından parçalanıyordu. Ama o, sadece ileriye bakıyordu.
Feride’yi bulmalı, onun yanına varmalıydı.
Cep telefonunun ışığını açıp önündeki karanlığı delmeye çalıştı. Tünelin içi tamamen sessizdi, sadece arada sırada yukarıdan gelen çatırtılar ve uzaktaki yıkımın yankıları duyuluyordu. Ama bu arada yaşanan sessizlik hiç doğal değildi.
İçindeki o garip his, hâlâ peşindeydi. Bir şey onu izliyordu. Adımlarını hızlandırdı. Telefon ekranına baktı: 250 metre.
Tam o anda, tünelin sonundaki metal kapıdan bir tıkırtı duyuldu.
Ali duraksadı.
Kapının ardında biri vardı.
Ya da… bir şey.
Ellerini yumruk yaparak yaklaştı. "Feride?" diye fısıldadı, sesi tünelin içinde yankılanarak boğuk bir şekilde geri döndü.
Hiçbir yanıt gelmedi.
Ama kapının altından ince, soğuk bir ışık sızıyordu.
Ali titreyen elleriyle kapıyı itti. Paslı menteşeler hafif bir iniltiden sonra açıldı. İçerisi beklediğinden çok farklıydı.
Burası bir sığınak olmalıydı. Tavanı dev ekranlarla kaplanmıştı. Masalarda bilgisayarlar, eski dosyalar ve kalın kitaplar duruyordu. Ve en önemlisi… ortadaki devasa panoda kocaman, kırmızı harflerle yazan bir kelime:
"SİLİNDİ."
Bir şey silinmişti. Ama ne?
Odada kimse yoktu. Fakat masa üstünde duran bir dizüstü bilgisayar açıktı. Ekranda ise bir video durdurulmuş gibi anlık görsel fotosuna dönüşmüştü.
Ali, ağır adımlarla yaklaştı ve oynatma tuşuna bastı.
Görüntü bozuktu. Eski güvenlik kameralarından birinin kaydı gibi.
Ekranda Feride’yi gördü, çok sevindi. Laboratuvar önlüğü üzerindeydi, gözleri yorgun ama kameraya odaklanmıştı. Arkasında karmaşık denklemlerle dolu bir tahta.
Birkaç saniye sessiz kaldı ve sonra konuşmaya başladı:
"Eğer bunu izliyorsan, çok geç demektir."
"Onlara anlatmaya çalıştım. Ama kimse bana inanmadı."
"Kıyamet, bir anda kopmaz. Bir süreçtir. Ve bu süreci başlatan şey, insanlar değil. Onlar sadece süreci hızlandırdı."
"Beni bul, Ali. Çünkü bu bitmedi. Daha yeni başlıyor."
Bir patlama sesi duyuldu. Feride, başını korkuyla çevirdi, ardından kayıt aniden sona erdi.
Ali ekrana bakakaldı.
Daha yeni başlıyordu.
Telefonuna bir bildirim düştü. Bilinmeyen bir numara.
Tek bir kelime: "ARKANA BAKMA."
Ama insan doğası meraka yenik düşer.
Ali, istemsizce başını çevirdi.
Ve orada, kapının eşiğinde, dünyaya ait olmayan başka bir gölgeye takılı kaldı.
BEŞİNCİ KISIM: KIRILMA NOKTASI
Ali'nin içgüdüleri çığlık atıyordu: Kaç!
Ama vücudu taş kesilmiş gibiydi.
Kapının eşiğindeki gölge kıpırdamıyordu. Sanki yalnızca varlığı bile bir mesajdı: Bitti. Artık biliyorsun dedi kendi kendisine. Yine de en büyük korkusu, karanlığın ne olduğunu değil ne kadar süredir onu izlediğini bilmiyor olmasıydı.
Elleri titreyerek cebinden telefonu çıkardı. Bir mesaj yazdı: "Feride, neredesin?"
Gönderdi. Bekledi.
Cevap gelmedi.
Onu izleyen gölge tekrar kıpırdadı.
Olduğu yerde kaldı, gidecek bir yol, boşluk, tünel yoktu çevresinde. Hareket etmemeliydi. Belki de sadece bir yansıma, bir yanılsamaydı. Sonra, kapının eşiğindeki varlık, vücudunun gerçek olmadığını ispatlarcasına hafifçe dalgalandı.
Bu… bir insan değildi.
Telefonu titredi.
"İzliyorlar."
Bu mesaj, Feride'den değildi.
Ali, beyninde bir şeylerin yerine oturduğunu hissetti. Onun göremediği ama hissedebildiği bir gerçeklik vardı. Feride’nin kayıtlarında bahsettiği "süreç", kıyametin geleneksel tanımından farklıydı. Bu, doğanın yok olmasıyla ilgili değildi. İnsanlığın elinden çıkmış bir şey hiç değildi.
Bu, bir silinme süreciydi.
Dünya kendi üzerindeki her şeyi, yok olmadan önce siliyordu.
Ve Ali, şu an var olmaması gereken bir bilgiyi hatırlıyordu.
İçgüdüleri, varlığını bile anlayamadığı bu gölgeden kaçmasını söylüyordu. Ama o an, kaçmanın çözüm olmadığını fark etti. Çünkü bu şey, bir insanı öldürmek için burada değildi.
Derin bir nefes aldı. Telefonunu sıkıca kavradı ve bilinmeyen numaraya mesaj yazdı:
"Beni bul."
Kapının eşiğindeki gölge bir anda dondu. Sonra, bir yaprak gibi dalgalanarak havada eridi.
Bir yankı gibi dağıldı.
Ali, hemen bilgisayar ekranına döndü. Feride’nin dosyalarını açtı.
Bir harita dosyası vardı. Üzerinde tek bir işaret: "SON KAPI."
Ve altında bir not:
"Beni bulamazsan, her şey silinir."
Ali artık bir şeyleri anlamaya başlamıştı.
Yukarıda dünya hâlâ çöküyordu ve bu kıyamet, bir felaket değildi.
Bu bir temizlenme süreciydi.
Ve o hatırlayan son insan olarak kalmak için mücadele etmeye devam etmeliydi.
ALTINCI KISIM: SON KAPI
Ali, haritaya baktı. Gösterdiği yer, şehrin güneyinde, terk edilmiş bir araştırma tesisi yakınlarındaydı. Oraya ulaşması gerekiyordu. Ama yukarıda kıyamet koparken, dışarıya çıkmak doğru bir fikir miydi?
Alternatifi yoktu.
Bilgisayarı kapattı, çantasına birkaç dosya tıkıştırdı ve odadan dışarı çıktı. Tünelin sonuna kadar koştu orada bir merdiven vardı. Yukarıya çıkan, şehrin unutulmuş sokaklarına açılan bir kaçış yolu.
Tırmanmadan önce duraksadı.
Çünkü içeride bir şey hissetti.
Havadaki o basınç. Görünmeyen ama orada olan bir varlık.
Arkasına baktı.
Boş bir koridor.
Ama hayır, gerçekten boş değildi.
Çünkü geçtiği koridorların da silinme süreci başlamıştı.
Burası artık bir mekân değil, bir hatıra gibiydi. Kendi ayaklarının altındaki zemin bile gerçek olmaktan çıkıyordu ve fazla zamanı yoktu.
Dişlerini sıkarak yukarı tırmandı. Her adımda yaşadığı dünyadan bir parça daha eksiliyormuş gibi hissetti.
Ve merdivenin sonuna ulaştığında, gökyüzünü tekrar gördü.
Şehir ise artık tanınmaz haldeydi.
Binalar yarı saydamdı, bazıları tamamen kaybolmuştu. İnsanlar… daha azdı. Sanki yüzlerce kişi aynı anda silinip kayboluyordu.
Sokaklarda panik içinde koşan insanlar değil, kaybolmuş hatıralar vardı, bir de onları da silen gölgeler.
Telefonunu çıkardı ve Feride’ye bir mesaj attı: "Son kapıya gidiyorum."
Gönder tuşuna bastı. Tabii ki mesaj gönderilemedi.
Şebeke yoktu.
Hayır, şebeke hiç olmamıştı.
Eğer Son Kapı ’ya ulaşamazsa, kendi varlığı da silinecekti.
Zamanı kalmamıştı.
Koşmaya başladı.
Gördüğü her bina daha soluktu, her insan daha az gerçekti. Sanki dünya, kendini unutturuyordu.
Ama Ali unutamazdı.
Çünkü o, son hatırlayandı.
Ve her şeyin cevabı, o son Kapı’nın ardındaydı.
YEDİNCİ KISIM: HATIRLAYAN SON KİŞİ
Ali’nin ayakları asfaltın üzerine her düştüğünde, yeryüzünden bir şeyler daha eksiliyordu. Binalar saydamlaşıyor, sokak tabelaları yok oluyordu. Gözlerinin önünde, bir insanın silinmesini bile izledi. Önce ceketinin rengi soldu, sonra yüzü belirsizleşti. Adam, ağzını açıp bir şeyler söylemeye çalıştı ama sesi duyulmadı.
Ve sonra, sanki hiçbir zaman var olmamış gibi, yok oldu.
Ali durmadı. Son kapıya ulaşmalıydı.
Terk edilmiş araştırma tesisine vardığında, etraf bomboştu. Kapılar rüzgârla hafifçe sallanıyor, içeriye ince bir ışık süzülüyordu. Ama o ışık bile doğal değildi, gerçeğin son kırıntısı gibi sallanıyordu.
İçeri girdi.
Koridorlar, koridorlar derken bu devasa alanda az daha kayboluyordu. Duvarların bir kısmı yerinde duruyor, diğerleri dalgalanan sis bulutları gibi hareket ediyor, son şekilleri ile elveda demeye hazırlanıyordu. Bir odanın içine baktığında, içinde eski bir masa ve sandalye olduğunu gördü. Ama gözlerini kırptığında, masa ve sandalye de artık yoktu. Her şey anlık süreçlerin içerisinde eriyordu.
Burası, gerçekliğin yırtıldığı, parçalandığı, yok olduğu noktaydı.
Son Kapı’nın burada bir yerde olduğunu biliyordu.
Ama bulamazsa, kendi varlığı da yok olacaktı.
Telefonu bir kez daha titremiş gibi hissetti
"Yaklaştın." Dedi kendi kendine,
Soluk bir metal kapı gördü Titreyen ellerini kapıya uzatarak ilerledi.
Ali elini uzattı. Kapının soğuk metal yüzeyi, hissetti ve odaya daldı.
Oda, geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış gibiydi. Masanın üzerinde eski defterler, bilgisayar ekranlarında hızla akan yazılım kodlar vardı. Ama en önemlisi, duvarda asılı duran Feride’nin el yazısıyla yazılmış tek bir cümle:
"DÜNYA ZATEN BİTMİŞTİ. SADECE BİZ ÇOK GEÇ FARK ETTİK."
Ali, geri çekildi.
Ve işte o an, kapının önünde bir görüntü silueti belirdi.
Feride.
Ama… bu onun bildiği Feride değildi.
Çünkü onun yüzü de yarım kalmış gibiydi.
Tıpkı bir hatıra gibi. Bir zamanlar var olmuş ama şimdi silinmeye başlamış bir insan gibi.
Ali, derin bir nefes aldı.
"Ne oluyor?" diye sordu.
Feride, boş bakışlarını ona çevirdi ve cevap verdi:
"Kendi kıyametimizi bile yanlış anlamışız, Ali
Dünya yok olmadı. Silindi
Sen bana yetişmekte çok geç kaldın, kafanı yukarı kaldırınca göreceksin beni dedi.
Ali, evrenin derinliklerine doğru hızla giden bir uzay aracına son kez el salladı, geminin içindeki insanların yaşayacakları yeni bir dünyaya kaç kişi ulaşabilecekleri bilinemezdi ama bu Dünya Samanyolu galaksisinin ikinci MARS gezegeni gibi her yana kahverengi çöl tadında topraklarını savurup, oksijensiz ve susuz görünümü ile aylak aylak volta atacaktı Güneşin etrafında.
Nuh’un gemisi olur da Feride’nin gemisi olamaz mıydı?
Comments