
Ekonomiyi rasyonel zemine çekmek.
Yani akıl kullanılarak, bilimsel olarak ortaya konmuş kurallara göre işleyen bir ekonomi oluşturmaya çalışmak.
Zemin, elbette ki üzerinde duran şey ile çok ilgilidir. Bozuk zeminde sağlam konut yaparsanız, yıkılmaması mucize olur.
Bazen de zemin iyi olsa da üzerine kötü bir inşaat yapılır ya da sağlam inşaat sürekli olarak yıpratılır, kolon kesmeye kadar giden akılsız ve hoyratça işler yapılır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduktan sonra akıl ve bilimin içerisinde yer aldığı çok sağlam bir ekonomi ve ekonomik model ile donatılmıştır. Biz ise 70 yıldır devam eden kötü yönetimler eli ile sürekli olarak hırpalamaya devam ettik. Son 20 yılda daha ileri giderek kolonlarını kestik. Bu aralar deprem olacak, vakit yakındır çığlıklarına kulak kabartarak, sağlam zemin üzerine çekmek için liyakatin önemin nihayet gördük.
Acaba başarılı olabilecek miyiz?
Yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, geçinmeye yetmeyen düşük gelirler ve yüksek iç-dış borç sarmalından sadece faiz-enflasyon ilişkisinin saçmalığı arasında kalmış ekonomi için bir karar vererek mi düzeleceğiz?
Aslında bu yanlış ekonomik kurgular ve sözde modeller icat ederek ne yaptık biliyor musunuz? Bankalara düşük faiz ile kaynak sağlayıp, onlara verilen düşük faizli borcun kanunen bilmem kaç katı kadarını 3-4 kat fazla faizle hazineye borç olarak geri aldık. Bankacılık sistemini kurtarmak, iflasların önüne geçmek için yapılan bu operasyon, talimat ile bazen zorla kredi vermeye teşvik edilen bankalarımıza verilen zararları devlet koruması, güvencesi altında toparlamak içindi.
Toparlayabildik mi? Elbette ki hayır.
Bankalarımızın sadece içeride ticareti destekleyen bir görevinin olmadığını, güçlü görünmesi halinde büyük rakamlarda döviz borçlanması yapabilecek önemli kuruluşlar olduğunu bu nedenle de %50 den fazlasının yabancıya teslim edilmemesi gerektiğini birileri çok geç anladı.
Devletin 160 milyar dolar dış borcu varken bu rakam bankalar da sendikasyon kredisi adı altında borçlanma olarak 200 milyar doları buluyordu. Bu gerçeklik bile az kalsın kaybedilecek, iflas ettirilecek noktalara sürüklenmiş bu kuruluşların önemini anlatmaya yetiyor olmalı.
Rasyonalite yani akılcı yaklaşımların olması için gerçeklik önemlidir. Gerçekliği de ancak gerçek datalar (veri,istatistik) ile ulaşırsınız.
Örneğin bankalarınızın elindeki (Kasasındaki) reel (fiziki) döviz toplamını net olarak bilmelisiniz, gerçek rakam önünüzde olmalı. Ekranlarında ya da muhasebe hesaplarında olanları değil elbette ki. Bankalarınızın zarar yazmayın talimatı ile yüzdürdükleri, yapılandırdıkları aslında batık olan kredilerin toplamını da gerçekten bilmelisiniz.
Her şeyi tüm gerçekliği ile tespit edip masaya yatırdığınızda aslında nasıl bir ateşin içerisinde olduğunuzu ne kadar yanacağınızı ve ne kadarını kurtaracağınıza yönelik doğru kararlar vermiş olacaksınız. Oturanlar elbette ki bu kadar kötü olacağını hiç düşünmemiştim diyecek, ancak ben daha da kötü diyorum.
500 milyar dolar borcumuz varken, içerideki tüm reel döviz varlıklarımız 200 milyar ise, 300 milyar dolarlık farkı nerelerden ve nasıl elde edeceğimizi doğru bir şekilde ortaya koymak zorundayız. Ana paraya işleyecek faizleri de hesaplarımıza alarak yola devam edeceğiz.
Diğer taraftan İthalat ile ihracat arasındaki büyük dış ticaret açıklarımızı asgariye indirme planları yapacağız. Ben ithalatı kesiyorum, vergisini arttırıyorum demekle olmuyor artık. Çünkü ihracatınız yarı mamul, fason imalat ve enerji kaynaklarına bağlanmış durumda. Yani birisini durduğunuzda diğeri de duruyor. Tek çare İhracat rakamını yükseltecek önemli bir üretim alanını oluşturmak. Bu mantıklı ve doğru çözüm de bizim için biraz hayal olmaya başladı, bütün fırsatları kaçırdık gibi.
Dış borçların etkilerini azaltmak için kısa vadede yapılacak 2 çözüm var; Mevcut borçları yeniden yapılandırmak ve daha uzun vadeye yaymak, gerekli güven ortamlarını oluşturarak yeni borçlar almak, kaynaklar yaratmak. Yoksa o muhteşem döviz ihtiyacının yarattığı kaos rüzgarları yıkıcı hortumlara dönüşecektir.
Gelelim içerideki TL borçlarımıza, taahhütlerimize ve aşırı harcamalarımıza;
Ek vergiler ve Hizmet bedellerine yapılacak zamlar yolu ile veya tasarruf tedbirleri alarak bu durumu bir parça olsun kendi kendimize hallederiz. Bu yöntemler, hane gelirleri üzerindeki vergi yükleri nedeni ile harcamaların azalmasına, iç pazarın daralmasına, sonuç olarak çoğalan iflaslar ve işsizlik olarak bize geri dönecektir. Yukarıda bahsettiğimiz yabancı para ihtiyacı da elbette ki bu 2 önemli sorun ile bizi kucaklamaktan asla çekinmeyecektir.
Para basarak rahatlatma yoluna giderseniz köşede bekleyen enflasyon canavarına yem olma ihtimalini iyi hesap etmeniz gerekecektir.
Sanayinin, Tarımın ve seçilmiş diğer sektörlerin teşvik edilmesi, yeterli üretim hacimleri ile, maliyet düşüklüğü hedeflerine ulaşılması için her şeyin çok ciddi ele alınması gerekiyor. Hiçbir proje "varmış gibi" değerlendirilmemeli veya bireysel rant arayışlarına kurban edilmemeli. Elbette ki toplumun uygulanacak radikal kararlara dayanacak gücünün olması ve sabrı çok önemli. Gerçek şu ki, şu an dahi ele alındığında kimsenin hiçbir şeye dayanacak takati yok.
En çok değer verdiğiniz ve çok güvendiğiniz bir devlet kurumu yıllar içerisinde yıpratıldıkça güven duygularınızdan uzaklaşıyor ve sizin gözünüzde değer yitirmeye başlıyorsa, aynı şey dünya için karşısındaki devletlere yönelik olarak da yaşanıyor. Yani dünyanın bizi güven açısından gördüğü yer hiç iyi değil. Öyle olunca da CDS puanlarımızı yükselterek gerçek duygularını sergilemekten çekinmiyorlar.
Saatlerce oturup yemek yapıyorsunuz ve masaya getiriyorsunuz, tüketim 15 dakika bile sürmüyor. Binlerce yıllık emekler, tecrübeler ve kütüphanelere dahi sığmayan bir tarihi 20-30 yıl içerisinde yok etmek aynen bir masadaki yemek gibidir.
Akıl ile akıl dışı isteklerin savaşı içinde nerelere savrulacağımızı kimsenin bilmediğini biliyorum. Bildiklerimin de beni hiç mutlu etmediği aşikar...
Teşhis tamam tedavi yok!