
Arkadaşlardan, dostlardan, eşlerden çocuklardan ve diğer tüm canlılardan konuştuğumuz, ortaya karışık, birbirine bağlı, dinamik ve kesintisiz bir sohbetteyiz.
Karşılıklı konuşmayı kesmeden, konuşan tarafın diğer tarafa bir soru cümlesi ile sözü, konuşma bayrağını devrettiği, yanlış anlama ve düzeltmelerin olmadığı, bir görüş için dudakların bükülmediği, acaba mimiklerinin hiçbir zaman fırlatılmadığı hoş bir sohbet.
Uzunca bir süre SEVGİ duygusunu tartıştık. Yani karşılıklı konuşarak fikirlerimizi döktük masaya. Beğenen beğendiğini alsın, beğenmediğine sebep söylesin diye. Bir şeyin derinliklerine inmek, mikroskobik yapısını görmek ve görünen şeyden daha çok detaya inmek bize net olarak çok farklı şeylerin bir arada olduğunu gösterir. Bu yüzden çok sık olarak “hiçbir şey göründüğü gibi değildir” sözünü kullanırız, insan ilişkileri dahil.
Türünü, derecesini, süresini ve aslında ne olduğunu konuşuyoruz.
Seviyorum kelimesinin içerisindeki bütün bileşenleri, o üst duyguya bizi yönelten diğer duyguları, eksikliği halinde ortada olan gerçeği arıyoruz. Sevmek ve güzel bulmak, minnet duymak gibi yakın duygular arasındaki geçişkenlikleri, yarattığı yanılgıları da konuşmadan bırakmak bu sohbeti yarım bırakırdı elbette ki.
ÜST olan duygunun tek başına olmadığını, birçok duygu ile hareket ettiğini ve içerisinde onu oluşturan atomları ile bir moleküle dönüştüğünü, buna da yaşamın büyülü kimyası denilmesi konusunda mutabık kaldık.
Her duygu yaşanan ilişkinin şekline ve diğer parametrelerine göre üst duygu tanımına geçerek, diğer duyguları bileşen olarak kapsayabilir. Sevmek ile hoşlanmak arasındaki geçiş gibi. Hangisini öne alıyorsanız arkasında diğeri mutlaka vardır.
Sadece yüksek bir GÜVEN duygusu ile bağlı olduğu kişiyi sevdiğini sanan, NEZAKETİNE hayran kaldığı bir kişiyi sevdiğini söyleyen, ZARARSIZ, yani tehlikeli görmediği kişileri de bu çatı altında tanımlayanların yanılgıları ile dolu acı ve şaşkınlık içeren hikayelerden
sergilediğimiz, birbirimize anlattığımız örneklerden bahsetmeyeceğim size. Hepimizin yaşamında bu tür basit hikayeler vardır ve beynimizde yazılıdır diye düşünüyorum.
Renkleri, sayıları, bitkileri, hayvanları ve doğal manzaraları sevmek, sevginin çeşitleri olarak bir yere koymak lazım. Güzel bir tatlıcı dükkanındaki çeşitler gibi, hepsi farklı çeşit, hepsi birbirinden güzel. Farklı sevgileri kıskançlık aracı olarak kullananlar (Örn; Balık tutmayı benden daha çok seviyorsun serzenişi) sevgiye esasen aç olanlar ya da verilen sevgiyi hissedemeyenlerdir.
Bir başka karışıklığı aile içerisindeki bireyler arasında görebiliriz. Seni sevdiğimiz için söylüyoruz açıklaması ile başlayan, şu kızla evlen, bu çocuk asla sana göre değil, bir an önce arkadaşlığı kes, mutlaka şu mesleği seçmelisin şeklinde sıralanan ve ebeveynlerin çocuklarını bombardıman altına aldığı söylenmelere ne demeli? Altında gerçekten bir sevgi mi var? Yoksa sevgi kılıfına büründürülmüş bir otorite, kaygı ve korku ile karışık feodal alışkanlıklar mı? Gerçekten sevgi var ise neden onu bu tezat duygular ile göstermekten çekinmiyoruz. “Nefret sevgi doğurur” gibi ürettiğimiz zıtların birliği konusundaki diyalektik içerisinde bocalıyoruz.
Ben içerisinde büyük tezatları da barındıran bu büyük duyguyu yine de çok seviyorum. Yaşamaktan, hissetmekten bazen de söylemekten gerçekten keyif alıyorum.
Canlılar yaşam bulduğu sürece bu Dünyada ya da Evrende sonsuza dek yaşayacak yegâne bir duygudan bahsediyoruz. Ruh denilen şeyin içerisindeki en büyük molekül yapısı SEVGİ olsa gerek.
Elbette ki RUHSUZ diye tanımladığımız insanlar da sevginin kırıntısı bile olmadığı doğrudur. Sevgi öğrenilen, öğretilen bir duygu mudur, yoksa kalıtsal bir tarafı var mıdır? Şeklinde bir soru geldi mi aklınıza?
Yıllarca korku, şüphe, güvensizlik gibi negatif duyguların yoğun yaşandığı ortamlarda büyümüş, yaşaması gereken bütün güzel duygular sadece negatif bileşenler ile bastırılmış çocuklar da kısa süreli de olsa görülen pozitif duyguları yok sayamayız. Bu durumda davranış genleri başlangıç noktası olmakla birlikte öğrenen ve öğretilen bir duygudan bahsettiğimiz açıktır. Çevremizde yaşananlar bize bunu söylemiyor mu? Etkinleştirme düğmesinin içimizde var olduğu kesin.
Travmatik vakalarda, yoğun bakım ve koma ünitelerinde sevgiye dair birçok mucizeler yaşanıyor. Kısacası psikoloji ve sosyolojiden sonra nörolojinin de alanına giren SEVGİ, yaşadığınız sürece sizinle olsun, sevdikleriniz, sevenleriniz çoğalsın diyoruz.
Toplumların da güzel ruhlu, gerçekten seven, sevmeyi bile insanlara çok ihtiyacı var.
Ormanlar, ağaçlar, içinde yaşayan sincaplar, kaplumbağalar, tertemiz akan dereler ve sokaklarda yaşayan can dostlarımız o güzel ruhlu, sevgi dolu insanların yollarını gözlüyor.
Merhum Neşet Ertaş türküsünde ne güzel ifade etmiş, ruhu şad olsun. "Gel sevelim sevileni, seveni
Sevgisiz gönüller gülmüyor canım
Gel sevelim sevileni, seveni
Sevgisiz suratlar gülmüyor canım" Sevmek sanattır ama güzel sevmek şarttır. Yoksa bencilliğin tezahuru "tutku" da sevgi ile ifade edilir sonu sevimsiz biter. Ya da mal mülk para şöhret sevgisi belki başlangıcı olması gerektiği kadarken arttığı zaman fena halde hırpalayan ve çevresine zarar veren bir takıntıya dönüşebilir. Ama işaret etriğiniz gibi biz samimi sevgiden doğan merhametle bakalım dünyaya ve ne kadar çoğalırsak eminim daha yaşanılır bir gezegene dönüşebiliriz. Günümüzün kaybolmaya yüz tutmuş yerini tutkuya takıntıya bencilliğe kıskançlığa bırakmış sevgi sandığımız hastalıkla yaşamın ne denli zor olduğunu sizin gibi düşünenler elbette biliyor ve bunun ızdırabını yaşıyor. Bahsettiğiniz güzel se…