
25 sene önceydi. Kayserinin Toroslar eteğindeki köyümüze gitmek üzere yola çıktık. Ben, eşim, kızım, oğlum arabaya bindik, direksiyona geçtim ve hareket ettik. Uzun yolculuğu eşimin diğer akrabalarımı görmesi, tanışması çocuklarımın da köy kavramı ile yaşaması için göze almıştım.
Köyüm Alevi yaşam kültürünün hâkim olduğu bir köy. Eşim alevi değil, çocuklarım ise küçük ve bu tür şeylerin farkında bile değiller. Bana gelince bu kültürün içerisinde dünyaya geldin dedikleri için yapacak bir şeyim yoktu.
Köy ziyareti dönüşünde, eşim Hacı Bektaş Veli 18 km yazan tabelayı gösterdi, hiç gittin mi dedi. Gitmedim deyince kır direksiyonu gidelim dedi.
Türbeye girdiğimizde, dua eden avuç açmış insanların yanı sıra yeşil çuha ile kaplanmış büyük bir kütle bizi bekliyordu. 3 yaşımdaki oğlum ile baba annemin mezarını ziyaret etmiştik ve ben ona ölümü anlatmakta zorlandığım için sürekli uyumak diye bir açıklama yapmıştım. O da bana hiç beklemediğim bir istek de bulundu “Söyle bir kerecik uyansın, ben göreyim, sonra geri yatsın demişti. O olayın üstüne türbeyi sorunca, burada da sürekli uyuyan var, dokun senin geldiğini anlasın dedim. Bana yüksek sesle “yok yok ben rahatsız etmeyeyim” dedi. Dua edenlerin gülüşmeleri içerisinde türbeden çıktık.
Orada dikkatimi çeken 3 şeyi sizlerle paylaşmak isterim;
Türbe kapısında Hacı Bektaşi Veli’nin sözlerinden derlenmiş bir yazı ve yanında da Evrensel İnsan Hakları beyannamesi var. Nerdeyse aynı. Bizim devlet olarak İnsan hakları ihlallerimizin dünyada çok konuşulduğu dönemlerde 800 yıl öncesinden bu beyannameyi yazmış bir düşünürü öne çıkarıp, savunmalarımıza konu edinmememiz benim için şaşırtıcı olmuştu. Bu şaşkınlık aslında yok saymaya çalıştığınız, görmezlikten geldiğiniz kültürleri ve düşünürlerinizi yok etmiyordu. Sadece sizi küçültüp, yok ediyordu.
Sonra türbenin kapıları dikkate değer geldi. Her kapıdan eğilerek ve bir tür selam vererek girmeniz için tasarlanmıştı.
Erzak deposunun doğal soğuk iklimini o dönemde tasarlayarak yapan mimarı da alkışlamadan geçmemek gerek.
Eşim beni çekiştirdi, türbe dışındaki bir kayanın yanına götürdü. Bu delikten geçe bilenler günahsızmış, buyur geç görelim dedi, dalga geçercesine. Elbette ki çok rahat geçtim ama insanların neden bu tür şeylere inanma ihtiyacı olduklarını da anlamadım.
Bir takım güç odaklarının planları dahilinde ülkemizde ki fay hatları ısrarla sallandı hep. Yine de sokaklarda, mahallelerde ve yaşadığımız sitelerde ülkenin büyük çoğunluğu vicdanen ve aklen bu planları kabul etmedi, sahip çıkmadı. Büyük çoğunluk kin gütmeden bu yaftaların küçük azınlıklar elinde patlamasını sağladı. Son dönemlerde çok yoğun bir propagandaya rağmen hiç kimse Kürt kökenli vatandaşlarımızın tamamının PKK lı olduğuna inanmaması gibi.
Binlerce yıl, birçok kültürle birlikte yaşamış, son olarak Çanakkale’de, Sakarya’da omuz omuza birlikte savaşmış insanlarımız kardeşliği ve barışı tercih etmiştir. Bugün Ankara’da Cem evlerine yapılan saldırıyı toplumun bütün kesimlerinin kınaması ve tepki göstermesi, toplumun yarası diye düşünerek yaraları kanatmaya çalışanları bir kez daha tarihsel birikimlerin içerisinde başarısız kılmıştır. Olumsuz tepkiler devam ettikçe, çatışma yaratacak diğer kültürel guruplar için de provokasyonlar devam edecek anlaşılan. Kimler gündem değiştirip, gündem belirlemeye çalışıyor, kimler iç karışıklık nedeni ile bulanık sularda balık avlamaya çalışıyor, bizlerin bilmesi ve anlaması zor. Devlet bütün makamları ile bu tür olayları açık, şeffaf ve doğru bilgilendirme ile ortaya koyana kadar da bu amaç odakları işlerine devam edecekler.
Vatandaş olarak çok sevdiğim bu topraklarda herkesi sevmeye gayret ettim ve birçok kültürün özelliklerini de çok beğendim. Birlikte güçlü olduğumuzu biliyorum. Kardeşlik ve barış kayboldukça parçalanıp, küçüldüğümüzün farkındayım. Emperyalizmin dize geldiği bu ülkede, dize getiren yürekli ve akıllı insanların yaptıkları tarihin altın sayfalarında yerini almış. Onların hazmedemedikleri bu yenilgi ile yıllardır bu oyunu kurguladıklarını, senaryolar yazdıklarını ve zaman zaman sahneye çıkmaktan çekinmediklerini, gizlenmek istediklerinde içimizdeki figüranlar eli ile bu günlere geldiklerini bilmeyenimiz yoktur.
70 yıldır sahnelenen bu oyunu anlayan çoğunluk oluştukça, anlayanları biçen, yok eden ve yerine cehaleti pompalayacak insan yetiştirme politikalarını devreye alan, savunan herkes maalesef bu sahnedeki maşalardır.
Sizce acıdan, göz yaşından, yoksulluk ve çaresizlikten başka bir şey bırakmayan bu oyunu sonlandırmanın, oyuncuları sahneden indirmenin ve perdeyi kapatmanın vakti gelmedi mi?
Comments